Özet
Celal Bayar’ın mücadele hayatının – ki o kuşak hayatı,
kesintisiz bir mücadele süreci olarak kabul ederdi – en büyük saygı ve
hayranlık uyandıran örneği, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu Yassıada’da idam
talebiyle yargılandığı ve idama mahkum edildiği dönemde dahi metanetinden zerre
kadar fire vermemesi, granitten oyulmuş bir heykel gibi dimdik ayakta
kalabilmesiydi.
Giriş
“Efendiler.. Memleketi tehdit eden felaket o kadar büyüktür
ki, sadece yazıp çizmekle, büyük içtimalar yaparak söz söylemekle, bu felaketin
önüne geçmek mümkün olamaz. Yunanlılar burayı fiilen işgal etmeseler bile,
Makedonya’daki siyasetlerini takip etmeleri, komitacılar vasıtasıyla çeteler
teşkil ettirerek Türk köylerini mütemadiyen iz’aç eylemeleri ve Türk varlığını
söndürmek için birçok teşebbüslere girişecekleri muhakkaktır. İzmir civarında
sık sık tekerrür eden hadiseler de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Bugünkü
hükümetin vaziyeti ıslah etmesini beklemek abestir. Hükümeti kuvvetlendirmek
ise maddeten imkânsızdır. Şu halde yapılacak yalnız bir tek şey vardır: O da
bir taraftan ilmi müdafaaya devam edilirken, diğer taraftan silahına dayanan
milli bir kuvvet hazırlamaktır. Şunu iyi bilmek lazımdır ki, İzmir’in varlığını
koruyacak nutuklar ve yazılar değil, silahtır.”
1915 ilkbaharında İzmir’in işgalinden önce Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’nin, Aydın, Manisa, Denizli, Muğla, Balıkesir ve İzmir çevresinden 33
kazayı temsilen 165 delegenin katıldıkları bir oturumda Celal Bayar’ın yaptığı
bu konuşma, onun yaşam çizgisinde ilerde kendisini önemli devlet görevlerine,
savaştan sonra ilan edilen Cumhuriyet’in zirvelerine taşıyacak zorlu
mücadelenin ilk kanıtıdır.
Celal Bayar’ın konuşması “aylardır ruhları dolduran, fakat
fışkırmaya imkân bulamayan milli hisleri” canlandırmıştır. Bu oturumun ardından
memleketlerine dönen delegeler, kendilerini gönderenlere “sert ve çıplak
hakikati” anlatmışlardır.1
ATATÜRK'ÜN MENDERES İLE KARŞILAŞMASI:
"1930 yıllarında işler kötü gidiyor.
Ekonomi kötüye gidiyor. Atatürk devrim yapıyor inkılap yapıyor ama işler yürümüyor bundan ızdırap duyuyor ve diyor ki 'Biz bir muhalefet partisi kurarsak bunlar iktidarı dürterler, teşvik ederler.'
Ve Serbest Fırka kuruluyor.
Menderes'in girdiği ilk parti bu. Ve sonradan kapatılıyor. Atatürk bir geziye çıkıyor. Her gittiği yerde Halk Fırkası'nın milleti küçük gördüğünü, zabıtaların halkı aşağıladığını görüyor. Aydın'a gidiyor orada da aynı tablo. Orada onu Adnan diye bir gençle görüştürüyorlar. Kendisi o zaman Türk Ocakları'nda görevli. Adnan Menderes ona dil kongresinden bahsetmiyor, balolardan bahsetmiyor. Yol, köprü baraj, üretimin artması, köylünün ürünün para etmesi bunlardan bahsediyor. Atatürk'ün kimseden duyduğu şeyler değil.
Atatürk diyor ki: 'Bu çocuk ileride başvekil olacak'.. Hemen Ankara'ya döner dönmez 'O'nu milletvekili yapacaksınız' talimatını veriyor"
***
İzmir’deki bu tarihi oturum, Ege’nin Türk olduğunun ve Türk kalması gerektiğinin duyurulması; Paris’e beş kişilik bir temsilci kurulunun gönderilmesi ve gerekirse silahlı mücadeleye girilmesi kararlarıyla dağılmıştır.2
Atatürk’ün “son” Başbakanı’nın, Atatürk’ün ölümünden 12 yıl
sonra, bu defa muhalefet lideri sıfatıyla katıldığı 1950 seçimlerinde elde
ettiği büyük zafer ardından, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı oluşunun iki ilginç
yanı vardır: Biri, Bayar’ın, Türk İstiklal Savaşı’ndan ve Atatürk ekolünden
yetişmesi; diğeri, Modern Türk Ulusu’nun mimarı ve Cumhuriyet’in kurucusu Kemal
Atatürk’e olan “özel” bağlılığıdır. Nitekim Celal Bayar, Türk İstiklal
Savaşı’nı yöneten ve Cumhuriyeti ilan eden liderlik kadrosundan Atatürk ve
İnönü ile birlikte Cumhurbaşkanlığı makamına yükselen “üçüncü” ve “son” kişidir.
16 Kasım 1938 günü Atatürk’ün “son” Başbakanı sıfatıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde yaptığı konuşma, Celal Bayar’daki,
tanımlanması gerçekten güç ve derin Atatürk sevgisinin izlerini taşımaktadır:
“Arkadaşlar, Atatürk’ün hayatı ve mazisi hakkında söz
söylemeyi kısa bir celseye sığdırmak en müşkül olan bir iştir. Yalnız
müsaadenizle çok sevdiği ve çok güvendiği, büyük milletinin iradesini temsil
eden bu kürsüden O’nun maneviyatına hitap ederek diyorum ki:
“Atatürk,”
“Atatürk,”
“Seni sevmek, tebcil etmek her Türk vatanseverinin milli
ödevi ve namus borcudur.”3
9 Mayıs 1950 günü, kendisine cumhurbaşkanlığı yolunu açan 14
Mayıs 1950 seçimlerinden beş gün önce, Celal Bayar, seçim bölgesi Bursa’da
Cumhuriyet’in bir yurttaşı kimliğiyle konuşurken, Atatürk’e olan yakınlık ve
bağlılığını özellikle vurgular gibidir:
“Ben Gemlik’in Umurbey köyünde doğmuşum. Babam, köyün
Rüştiye muallim-i evveli Abdullah Fehmi Efendi’dir. Kendisini tanıyanlar,
mesleğine bağlı iyi bir insan olduğunu söylerler.”
“Milli Mücadelenin ilk gününden beri Büyük Ata’nın yanında,
dünyanın hayranlığını çeken inkılâplar olurken, vazife başında idim. Hayatımın
en büyük bahtiyarlığını teşkil eden bu yakınlık ve bağlılığım Atatürk’ün
nefesini Allah’a teslim ettiği ana kadar devam etmiştir.”4
Celal Bayar, tüm yaşamı boyunca Atatürk ile olan özel bağını
vurgulamaya ve Modern Türkiye’nin oluşumunda Kurucu Önder’in rolünü anlatmaya
özen göstermiştir.
Demokrat Partili bir siyaset adamı tarafından sonradan
aktarılan bir anıda yer alan sahneler bu durumun örneklerinden yalnızca
biridir:
“1953 yılında Demokrat Parti Hükümeti, başta Azot Fabrikası
olmak üzere Kütahya’da bazı yeni tesislerin temelini atacaktı. Devlet ve
hükümet başkanları, kalabalık bir maiyet erkânı bu törenlerde hazır
bulunuyorlardı. O günün gündemindeki işler arasında T. İş Bankası Kütahya
Şubesinin açılışı da vardı. Bankanın açış konuşmasını yönetim kurulu adına
benim yapmam uygun görülmüştü. Konuşmamda Bayar’ı ‘Milli bankacılığımızın
babası ve öncüsü’ olarak gösterdim. Törenden sonra misafir olduğumuz orduevine
döndüğümüzde Bayar beni yanına çağırttı, salonun tenha bir köşesine birlikte
yürüdük, orada bana, ‘Konuşmanız güzeldi, fakat büyük bir yanlışlık yaptınız,’
dedi. Hayretle yüzüne baktığımı görünce sözüne şöyle devam etti: Türkiye’de her
yeniliğin öncüsü ve sizin dediğiniz gibi babası, Atatürk’tür, Milli
Bankacılığımızın babası da odur, ben ancak onun emir ve direktifi ile hareket
etmişimdir, bunun başka türlü izahı yoktur,’ dedi. Bunun üzerine çok üzüldüğümü
anlamış ve ‘Üzülmeyiniz, bir daha böyle bir hataya düşmemeniz için sizi ikaz
etmek istedim,’ diye beni teselli etmiştir.”5
14 Mayıs 1950’de, Celal Bayar’ın liderliğindeki muhalefetin
seçimleri büyük bir çoğunlukla kazanması üzerine, Demokrat Parti Meclis Grubu,
Cumhurbaşkanı ile Meclis Divanı için kendi adaylarını tespit etmek üzere 20
Mayıs 1950 Cumartesi günü toplanmıştır. Kulislerde bir ara eski Yargıtay
Başkanı Halil Özyörük’ün veya emekli Orgeneral Ali Fuat Cebesoy’un
Cumhurbaşkanlığına getirilmesi yolunda eğilimler belirmişse de, Grup, parti
merkezinden yapılan telkinler doğrultusunda Cumhurbaşkanlığına partinin genel
başkanı Celal Bayar’ı, Meclis Başkanlığına partinin dört kurucusundan biri olan
Refik Koraltan’ı aday olarak seçmiştir.6
22 Mayıs 1950 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan
Cumhurbaşkanı seçiminde, kullanılan 453 oydan 387’sini kazanan İstanbul
Milletvekili Celal Bayar, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçimde
diğer kişilere verilen oyların dağılımı şöyledir: İsmet İnönü 64 oy, Halil
Özyörük 1 oy, çekinser 1 oy. Seçimin ardından Celal Bayar and içerek görevine
başlamıştır.7
Yeni Cumhurbaşkanı yemin etmek üzere Meclis salonuna
girdiğinde Demokrat Partili Milletvekilleri kendisini oturdukları yerde
alkışlarla karşılamışlardır. Bu davranışlarıyla Demokrat Partililer, 1946
seçimlerinden sonra oluşturdukları kurala uymuşlar, serbest bir seçimle gelmiş
olmasına rağmen devlet başkanı genel kurul salonuna girerken ayağa
kalkmamışlardır. Cumhuriyet Halk Partili Milletvekilleri ise yeni devlet
başkanını ayakta, ama alkışsız selamlamışlardır.8
Celal Bayar’ın Çankaya Köşkü’ndeki ilk günlerini önceki
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürü Haldun Derin’in notlarından
kısmen izlemek olanaklıdır:
“Bayar, Genel Kâtip Cemal Yeşil’i evine çağırtmıştı.
Yeşil’le, Bayar’ın yanından Kalem’e döndüğünde, görüştük. Bayar, bütün
arkadaşların vazifelerine devamını istemiş. ‘İnönü tarihi şahsiyettir. Bir emri
olursa yerine getirirsiniz. Temasınızı muhafaza edersiniz. Aksini düşünmek Şark
zihniyeti ile hareket etmek olur. Başyaver Cevdet’in gözlerinden öperim,’
demiş.”9
“23 Mayıs sabahı, iki gün önce İnönü’yü uğurlamış olduğumuz
18 numarada, başta genel kâtip olmak üzere, bütün memurlar toplandık. Bayar
kentten geldi, bizlerle tanıştı. ‘Dikkatle vazifenize devam ediniz,’ buyurdu.
Şimdilik kendisi yalnız başına Köşk’te yatıp kalkacak. Evinden getirdiği güvenilir
oda hizmetçisi Emin yanında olmak üzere...”
“Meclis’ten otomobillerle Atatürk’ün geçici kabrine gidildi.
Büyük bir kalabalık ‘Yaşa, Varol,’ diye bağırıyor.(...)”10
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Haldun Derin, ilk
günlerde Çankaya Köşkü’nde gözlemlenen bir diğer önemli değişikliği ise şu
şekilde not etmektedir:
“Cumartesi, Pazar günleri, Köşk bahçeleriyle eski Köşk’ün
halka açık olduğunun ilan edilişi, yirmi yedi yıldır akla gelmemiş parlak bir
buluştu.”11
Bu arada, Köşk Özel Kalemi’ne katılan yeni isimler de
vardır:
Bunlardan biri olan, 1951 yılı Şubat ayından 1951 senesi
Temmuz ayında Varşova Büyükelçiliğine tayin edilinceye kadar, hemen her gün iki
saat Cumhurbaşkanı ile yakın çalışma olanağı bulan diplomat Fikret Belbez
gözlemlerini şöyle aktarmaktadır:
“Cumhurbaşkanımıza her gün Hariciye’den gönderilen şifre
telgrafları ve raporları mevzularına göre birleştirerek arz ederdim.”
“Sayın Bayar bu telgrafları dikkatle okur, mühim gördükleri
yerlerin altını çizer, icap ederse sualler sorardı. Her telgrafı bütün
entelektüel enerjisini toplayarak inceler ve değerlendirirlerdi. Gayet
sükûnetle konuşmadan çalışırlardı. Esasen pek az konuşurlar, daha ziyade
karşısındakini dinlerlerdi.”
“Yazıları gayet açık, berrak ve sadedir. Stilinde karışık
cümleler, lüzumsuz sıfatlar, zorlanmış, süslenmiş ifadeler yoktur.(...)”
“İnsan Sayın Bayar’ı yakından tanıdıkça Atatürk’ün, neden bu
kadar arkadaşları içinden onu seçip başa geçirdiğini daha iyi anlar.(...)”12
KÖŞKTE YENİ YIL KUTLAMASI
1950 yılı biterken Muhafız Alayı gazinosunda yapılan yılbaşı
kutlamasının konukları arasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar da vardır.
Cumhurbaşkanı Bayar, bu yılbaşından sonra da bazı bayram gecelerini, yılbaşı
karşılamalarını o yıllarda Köşk’teki küçük bir salondan ibaret askeri gazinoda
subay, astsubay ve eşleri arasında geçirmiştir.13
ÖZEL VAGONDA TOPLANTI
“Demokrat Parti iktidarının birinci yılı içinde idik.
Cumhurbaşkanı Bayar, yolcuları arasında bulunduğum, Anadolu ekspresine bağlı
özel vagonla, İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordu. Katarda milletvekili başka
yolcular da vardı. Hareketten biraz sonra Cumhurbaşkanı tarafından özel vagona
davet edildik. Günün sorunları arasında, Atatürk heykellerine karşı girişilen
adî tecavüz vakaları önemli bir yer işgal ediyordu. Aslında bu saldırılar
birkaç yıl önce başlamış ve giden iktidar tarafından önlenememişti. Yeni
hükümet, Büyük Kurtarıcı’nın eserlerinin ve hatıralarının korunması için kanunî
tedbirler alınmasına lüzum görmüş ve bu maksatla bir tasarı hazırlamıştı.
Hükümetin kararı basında, Türkiye Büyük Millet Meclisi kulislerinde, özellikle
Demokrat Parti Grubu mensupları arasında çeşitli yorumlara ve tartışmalara konu
yapılıyordu. Özel vagona çağırılan milletvekilleri yerlerini alır almaz Bayar
konuşmaya başladı. Heyecanlı görünüyor, hiddetini dizginlemeye çalışıyordu.
Kısa bir girişten sonra zapt etmeye lüzum görmediği heyecanlı ses tonu ve
kararlılığından şüphe edilmeyecek bir kesinlikle sözlerini sürdürdü:”
"Bu seri tecavüzlerin önlenmesi için çıkarılmasını
benim de zarurî gördüğüm kanun engellenir veya maksadından saptırılırsa,
Banisini koruyamayan Cumhuriyet’in Başkanlık görevine devam etmem mümkün
değildir. Bu takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Partinizin (yani
Demokrat Partisi’nin) azası da kalamam. Cumhurbaşkanlığından, Milletvekilliğinden
ve Partinizden istifa edeceğim. Davamı, tek başıma, milletimin huzuruna
getirerek mücadeleyi orada başlatacağım."
“Sahne, tüm canlılığı ile bugün de gözlerimin önünde,
kararlı ses, tüm titreşimleriyle, hâlâ kulaklarımdadır. Atatürk sevgisinin bu
asil tezahürünü her zaman aynı hayranlık içinde anar ve yaşarım.”14
ANITKABİR İNŞAATI VE İLK TÖREN
1950’ler başında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda görevli
subaylardan ve Anıtkabir Muhafız Bölüğü Komutanı Üsteğmen (sonra Orgeneral)
Sabri Yirmibeşoğlu anlatıyor:
“Bayar’ın şahsi ilgisiyle inşaatın ilerlemeye başlamasıyla
birlikte, Çankaya’dan bölüğümüzle Anıtkabir’e intikal etmiştik. Bölüğün
kalacağı ayrı bir bina inşa edilmemişti. Mecburen, Aslanlı yolun bitiminde
sağdaki Mehmetçik Kulesi ile şimdi İnönü’nün kabrinin bulunduğu alt bölüme
erleri, şimdi Müze Müdürlüğü olan üst kısımda bölük ve takım komutanlarını
yerleştirdik. Duvarlar ıslaktı, özellikle erleri yatırdığımız alt koridor,
rutubet içinde idi, duvarlarından sular sızıyordu. Kışın ısıtma tertibatı olmadığı
için büyük gaz sobaları kurduk. Yerden boruların çıkış seviyesi çok alçak
olduğu için bazı geceler sobalar çekmiyor ve çıkan kurum ve gazı dışarıya doğru
veriyor yüzümüz gözümüz kurum ve isten simsiyah oluyordu. Erlerin çamaşırını
yıkayacak yer ve çamaşır makinesi ve diğer ihtiyaç yerleri yetersizdi. Herhalde
Anıtkabir gibi bir yerde ateş yakıp kazanda erlerin çamaşırlarını yıkayamazdık.
Merak nedeniyle yerli yabancı birçok kişi inşaatın gidişatını izlemeye
geliyordu.(...) Bütün sıkıntılara rağmen; Anıtkabir Muhafız Bölüğü mensubu
olarak gururlanıyor ve onur duyuyorduk. Cumhurbaşkanı Bayar her gün değilse
bile iki veya üç günde bir Anıtkabir inşaatına gelir, yapılanları görür, bize
ve diğer çalışanlara iltifat ederdi.”15
“Nihayet 10 Kasım [1953] günü, muhteşem bir törenle bütün
Türkiye’nin kalbi Ankara’da çarparcasına heyecan içinde bütün Ankaralılar
güzergâhta olduğu halde Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e getirildi ve Mozole’nin
altında hazırlanmış kabrinde toprağa verildi. Kardeşleri Makbule Hanımı Aslanlı
yolun başında bir koltuğa oturtmuştuk, gözyaşlarını silerek, ağabeyinin hayata
veda ettiği 10 Kasım günü olduğu gibi hüzünlü idi.”
“Genelkurmay Eski Başkanlarından Orgeneral Salih Omurtak’ı,
İstiklal Savaşı’nın Genelkurmay II. Başkanı’nı üniformalarını giymiş şekilde
evinden bir vasıta ile tören yerine getirmiştik, zor yürüyordu.(...)”
“Atatürk’ün mozole altındaki toprağa verilişinde sadece
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve bir evvelki Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü, Meclis Başkanı ve Başbakan ile Cumhurbaşkanlığı Muhafız Kıta Komutanı ve
Muhafız Bölük Subayları, bizler bulunmuştuk.”16
CUMHURBAŞKANI BAYAR’IN KONUŞMASI
Atatürk’ün naşının Anıtkabir’e defnedilmesi töreninde
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın konuşması şöyledir:
“Aziz Atatürk’ün Etnografya müzesinin bir tahta masasında
yattığını düşünmek, benim için dayanılmaz bir sızı idi. Sürekli izlemelerle,
nihayet, üç yıl sonra Anıtkabir tamamlandı. Başbakan Menderes’le birlikte son
bir defa daha Anıtkabir’i gözden geçirdik; karar verdik ki, içinde bulunduğumuz
1953 yılının 10 Kasım’ında Atatürk’ü ebedi makberesine tevdi edebiliriz.”
“Eğer Cumhurbaşkanı olmanın bir faniye kazandırdığı şereften
ayrı bir değeri ve hazzı varsa, o da benim için Sevgili Atatürk’ü, Etnografya
müzesinden alıp, Anıtkabir’deki ebedi metfenine tevdi ettiğim tarihi günü
yaşamış olmamdır.”
“Etnografya müzesinden Anıtkabir’e kadar olan mesafeyi 4,5
saatte tükettik. Aziz naşını vatan toprakları üzerine tevdi ettikten sonra,
gözyaşlarımı tutamadığım uzun bir konuşma yaptım. Onu, duya duya, seve seve
söyledim. Ve sözlerimi şöyle bitirdim:”
“ATATÜRK! Sen, bizdendin!... Seni Halife yapmak, Padişah
yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin! Hayat ve
şahsiyetini, milletin hizmetine vakf ettin!.. Türkün gıpta ettiği, övündüğü
vasıflara maliktin! Bütün meziyetlerinle Türk milletinin ta kendisisin!.. Şimdi
seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara
veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk Milletinin
minnet dolu sinesidir!... Nur içinde yat!..”17
“ATATÜRK GERÇEKÇİDİR”
“Atatürk metodolojisinde ‘duygu’ya yer yoktur. Laboratuara
girmiş bir ilim adamı, tüpteki oksijenle hidrojen arasında nasıl bir ayrım
yapmaz, birinden birini kendisine daha yakın görmezse sosyal bilimin laboratuarına
giren bir devlet adamı da doğru bir sonuca varabilmek için, tüm duygularından
sıyrılmak zorundadır. Atatürk, işte bunu başarabiliyordu... Eğer siz de
başarabilirseniz, Atatürk gibi düşünmüş olursunuz.”
“Bütün bu anlattıklarımdan ötürü diyorum ki, duygularımızın
karıştığı işlerde Atatürk gibi düşünmek nasıl zorsa, böyle düşünüp gerçeği
bulduktan sonra, ona başkalarını inandırmak büsbütün zordur. Atatürk, 1918
yılında işte bu çifte güçlüğü aşıyor ve “Ulusal And” kararını Erzurum Kongresi
gibi çetin bir kongreye kabul ettirebiliyordu. Atatürk reçetesinin bu ilk
ilacı, anlattığım duygusal şartlar içinde zehir zıkkımdı. Ve Atatürk hastayı bu
zehir zıkkım ilacı içmeye razı edebilmişti.”
“Büyük, çok büyük iştir!..”
“Özellikle Erzurum, Sivas Kongreleri ile Birinci Büyük
Millet Meclisi milletvekillerinin büyücek bir bölümü, duygusal kararlara çok
yakındı. Zaferin kazanıldığı ve Lozan müzakerelerinin sürdürüldüğü günlerde
bile, karşı taraftan en küçük bir direnme gelince ‘Yürüyüp Atina’yı alıvermeyi’
teklif edenlere rastlıyorduk!..”18
CELAL BAYAR VE İRTİCA
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın seçim bölgesi Bursa’da valilik
yapan İhsan Sabri Çağlayangil anlatmaktadır:
“Bursa’da kendini bilmez birkaç yobaz, 1957 seçimlerinden
evvel, bir Cuma namazında ‘Biz Mehdiyiz,’ diye ellerinde kılıçlarla Ulu
Cami’nin minberine tırmanmışlar, olay çıkarmışlardı. İzinli olduğu için o gün
sivil elbiseyle namaza gelen bir polis memuru, büyük bir cesaretle bu
çılgınlığın karşısına çıkmış, uyanık cemaatin yardımıyla yobazları anında hareketsiz
kılarak Valiliğe getirmişti.”
“O zamanın Bursa Savcısı aziz dostum Turhan Kapanlı ile
soruşturmaya henüz başlamıştık ki, Cumhurbaşkanı Bayar beni telefonla ve bizzat
aradı:”
“Vakayı şimdi öğrendim, dedi. Ne hareketin çabuk bastırılmış
olması, ne de yapanların aczi, hadiseyi küçümsemeye sebep teşkil etmemelidir.
Vakanın din ve dindarlıkla bir ilgisi yoktur. Bunlar, Müslümanlığın ticaretini
ve simsarlığını yapanlardır. Yalnız olamazlar. Mutlaka akıl hocaları,
taraftarları, teşvikçileri vardır. Hadisenin mihrakına inmeli ve bütün şebekeyi
süratle meydana çıkarmalısınız.”
“Atatürk’ün irtica karşısındaki hassasiyetini hatırlayınız.
O sağ olsaydı bu olay karşısında ne yapacak idiyse, biz de bugün onları
yapmalıyız. Böyle hareket etmenizi, neticeye süratle ulaşmanızı yaşınızdan
bekliyor ve sizden istiyorum.”19
CEZAEVİNDE 10 KASIM TÖRENİ
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile Cumhurbaşkanı Celal
Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Partili Parlamento
ve Hükümet Üyeleri tutuklanarak cezaevine konulmuşlardır. Türkiye’nin yakın
tarihinde Yassıada Mahkemeleri diye bilinen yargılamalar sonunda Başbakan Adnan
Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan
idam edilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın idam cezası, yaşlılık
gerekçesiyle ömür boyu hapis cezasına çevrilmiş ve diğer siyasi mahkûmlarla
(Demokrat Partili siyasetçiler ve dönemin bürokratları ile) birlikte Kayseri
Cezaevine hapsedilmişlerdir.
Celal Bayar’ın kader arkadaşlarından bir siyasi mahkûmun,
cezaevinde yaptıkları “Atatürk’ü Anma Töreni”ni anlattığı şu satırlar
ilginçtir:
“Kayseri Cezaevinde geçirdiğimiz ilk Kasım ayının başlarında
idi. Arkadaşlar, Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde, bir konuşma yapması için Hikmet
Bayur’a rica etmişlerdi. O da, ‘Bayar varken bu iş bana düşmez,’ demişti.”
“Bayar konuşacaktı.”
“O gün hepimiz, Kayseri Cezaevinin bize ayrılan kısmının iç
avlusunda toplandık. Bayar, dik ve ciddi adımlarla avluya geldi. Her zamanki
gibi derli toplu giyinmişti. Yaptığı konuşmada, O büyük Türk’ün memleketi için
neler yaptığını; hastalığında bile Hatay’ı kurtarmak için kendi sağlığını nasıl
hiç saydığını anlatırken sesi titremeye başladı ve gözlerinden yanaklarına iki
damla taş yuvarlandı.”
“Hepimiz duygulanmıştık.”20
Celal Bayar’ın günlüğünden:
“Bugün saat 9.05 geçe bütün tutuklularla Atatürk’ümüz için
ihtiram duruşunda bulundum.”
“Ben, bir konuşma yapmak teklifi ile karşılaştım,
konuştum.”21
CELAL BAYAR’IN AFFI VE İSMET İNÖNÜ
Deneyimli devlet adamı İsmet İnönü, ömür boyu hapis cezası
ile Kayseri Cezaevinde tutulan Celal Bayar ve arkadaşlarının durumu ile sürekli
ilgilenmiş ve askeri müdahalenin ardından sivil yönetime geçiş süreci de
tamamlandıktan sonra “siyasi af sorununu -büyük güçlüklere karşın-çözüme
kavuşturmayı başarmıştır.
Celal Bayar ve arkadaşlarının affı konusunda İsmet İnönü,
eşi Mevhibe Hanıma şunları söylemiştir:
“Istıraplı bir devreyi sona erdirmek istiyorum. Demokrasi,
birtakım tecrübelerle elde ediliyor. Bazen bunlar acı oluyor. İdare edenler
kadar şartlar da bu neticeye sürüklüyor.”22
104 YAŞINDA
Türk İstiklal Savaşı’nın Galip Hoca’sı, 3. Cumhurbaşkanı
Celal Bayar 104 yaşında vefat etmiştir. 1883 yılında Gemlik’e bağlı Umurbey
Köyü’nde doğmuştur. Çalışma yaşamına Gemlik Mahkemesi ve Reji kalemlerinde
memur olarak başlamış; ardından Bursa Ziraat Bankası’nda görev almış ve bu
arada Harir Darü’t-talimi ve College Français de l’Assomption okullarında
öğrenimini sürdürmüştür. Celal Bayar’ın siyasi yaşamı, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin İkinci Meşrutiyet’ten sonra Bursa’da açılan şubesinde görev
almasıyla başlamıştır. Bir süre sonra Bursa, daha sonra da İzmir İttihat ve
Terakki Şubeleri’nin Genel Sekreterliğine getirilmiştir.
Kooperatifçiliği teşvik etmiş, Halka Doğru Dergisi’ni
çıkarmış; Turgut Alp takma adıyla yazılar yazmıştır. 1918’de Müdafaa-i Hukuk-i
Osmaniye Cemiyeti’ne katılmıştır. İzmir’in işgalinden sonra Aydın’ın geri
alınışına fiilen görev almış ve Akhisar Milli Cephesi Alay Komutanı olmuştur.
1920 yılında Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Saruhan mebusu olarak girmiştir. Milli
Mücadele’yi öven bir konuşmasından dolayı hakkında tevkif kararı çıkartılınca
Anadolu’ya geçmiş ve I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Bursa milletvekili
olmuştur. 1921’de İktisat Vekilliği ve 1922’de geçici olarak Dışişleri
Bakanlığı yapmıştır. Lozan Konferansı ilk murahhas heyeti müşaviridir. 1923
seçimlerinden sonra II. Büyük Millet Meclisi’nde İzmir milletvekilidir. 1924
yılında Atatürk tarafından Türkiye İş Bankası’nı kurmakla görevlendirilmiştir.
1932 yılında İktisat Vekili olmuş ve 1937’de Başbakanlığa getirilmiştir. 25
Ocak 1939’a kadar bu görevde kalmıştır.
7 Ocak 1946’da arkadaşlarıyla Demokrat Parti’yi kurmuş ve
başkanlığına seçilmiştir. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin Türkiye Büyük
Millet Meclisi çoğunluğunu sağlamasıyla 22 Mayıs 1950’de Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile görevinden uzaklaştırılmış ve Yassıada
Mahkemesi’nce idam cezasına çarptırılmıştır. Ancak, yaşlılığı nedeniyle cezası
müebbet hapse çevrilmiştir. 7 Kasım 1964’te sağlık gerekçesiyle serbest
bırakılmıştır.
22 Ağustos 1986’da vefat eden Celal Bayar, Bayan Reşide
Bayar ile evliydi ve üç çocuk babası idi.
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın vefatı haberini alan dönemin
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Günlüğü’nde şunlar yazılıdır:
“22 Ağustos 1986:”
“İki gündür hastanede koma halinde bulunan Celal Bayar’ın
vefat haberini getirdiler. Yemekte Başbakan Özal da vardı. Nasıl bir merasim
yapılması hakkında direktifimi öğrenmek istediler. Ben de rahmetli Cevdet
Sunay’a ne yapılmışsa aynını yapalım, dedim, öyle kararlaştırdık. Rahmetli 104
yaşına kadar yaşadı. Bu kadar ömür kime nasip olur?”23
“28 Ağustos 1986:”
“Bugün kaldırılan Bayar’ın cenazesine ben de Maltepe
Camii’ne kadar yaya olarak gittim. Yol boyu çok kalabalık vardı. Maltepe
Camii’nde merasim sona ereceğine yakın Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy, kocası ve
kızı ile yanıma gelerek, babası için düzenlenen bu törenden duydukları
memnuniyeti tekrar tekrar dile getirip teşekkür ettiler.”24
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ardından -vefatının ertesi
günü-Gazeteci Oktay Ekşi’nin değerlendirmesi şöyle olmuştur:
“Bayar, ciddi bir öğrenim görmüş değildi. Ama kendisini iyi
yetiştirmişti. Keza nizami askerlik hizmetini de yapmamıştı, ama yaşadığı
dönemin bütün önemli mücadelelerinde görev almıştı. Türk İstiklal Savaşı’nın
‘Galip Hoca’sı sıfatıyla vatanına verdiği hizmetler ona kırmızı kordonlu
İstiklal Madalyası ile büyük bir şöhret kazandırmıştı.”
“Bayar’ın mücadele hayatının -ki o kuşak hayatı, kesintisiz
bir mücadele süreci olarak kabul ederdi- en büyük saygı ve hayranlık uyandıran
örneği, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu Yassıada’da idam talebiyle yargılandığı
ve idama mahkûm edildiği dönemde dahi metanetinden zerre kadar fire vermemesi,
granitten oyulmuş bir heykel gibi dimdik ayakta kalabilmesiydi.”25
Referans, kaynaklar ve dayanaklar:
Referans, kaynaklar ve dayanaklar:
1 Cemal Kutay, Celal Bayar, Bir Türk’ün Biyografisi,
(İstanbul, Onan B., ?), ss. 53-54.
2 Erkan Şekerci, Türk Devrimi’nde Celal Bayar, 1918-1960,
(İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora
Tezi, 1999), s. 33.
3 Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, (İstanbul, Sel Y.,
1955), s. 10.
4 Celal Bayar’ın 1946, 1950 ve 1954 Yılları Seçim
Kampanyasındaki Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Doğuş M., 1955), ss. 65-66.
5Atıf Benderlioğlu, “Bayar’ın Atatürk Sevgisi,” 100. Yaşında
Celal Bayar’a Armağan, (İstanbul, Tercüman Y., 1982), s. 41.
6 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), (Ankara,
Nurol M., 1998), s. 50.
7 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Birleşim 1, Oturum 1, (22
Mayıs 1950), Cilt 1, ss. 7-8.
8 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), (Ankara,
Nurol M., 1998), s. 50.
9 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken
(1933-1951), (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Y., 1995), s. 260.
10 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken
(1933-1951), s. 263.
11 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951),
s. 271.
12 Fikret Belbez, “Bazı Özellikleri,” 100. Yaşında Celal
Bayar’a Armağan, (İstanbul, Tercüman Y., 1982), ss. 38-39.
13 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, (İstanbul,
Kastaş Y., 1999), Cilt I, s. 99.
14 Hayrettin Erkmen, “Bir Devlet Adamı,” 100. Yaşında Celal
Bayar’a Armağan, s. 77.
15 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, (İstanbul,
Kastaş Y., 1999), Cilt I, ss. 124-125.
16 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, ss.
125-126.
17 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, ss. 373-374.
18 Celal Bayar, Atatürk Gibi Düşünmek, (Der. İsmet Bozdağ,
İstanbul, Tekin Y., 3. Basım, 1999), ss. 43-44.
19 İhsan Sabri Çağlayangil, “Bayar Yüz Yaşına Girerken,”
100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 60.
20 Cevdet San, “Bayar’ın Gözlerinde İki Damla Yaş,” 100.
Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 156.
21 Celal Bayar, Kayseri Cezaevi Günlüğü, ss. 15-16.
22 Gülsün Bilgehan, Mevhibe II, (Ankara, Bilgi Y., 1998), s.
257.
23 Kenan Evren, Zorlu Yıllarım 2, (İstanbul, Milliyet Y.,
1994), s. 304.
24 Kenan Evren, Zorlu Yıllarım 2, s. 305
25 Oktay Ekşi, “Son Temsilci de Gitti...” Hürriyet, 23
Ağustos 1986.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir
26 ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı
67-68-69, Cilt: XXIII, Mart-Temmuz-Kasım 2007