29 Kasım 2013 Cuma

KURUCUMUZ VE 1. GENEL BAŞKAN: CELÂL BAYAR

Celal Bayar
Özet
Celal Bayar’ın mücadele hayatının – ki o kuşak hayatı, kesintisiz bir mücadele süreci olarak kabul ederdi – en büyük saygı ve hayranlık uyandıran örneği, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu Yassıada’da idam talebiyle yargılandığı ve idama mahkum edildiği dönemde dahi metanetinden zerre kadar fire vermemesi, granitten oyulmuş bir heykel gibi dimdik ayakta kalabilmesiydi.
Giriş
“Efendiler.. Memleketi tehdit eden felaket o kadar büyüktür ki, sadece yazıp çizmekle, büyük içtimalar yaparak söz söylemekle, bu felaketin önüne geçmek mümkün olamaz. Yunanlılar burayı fiilen işgal etmeseler bile, Makedonya’daki siyasetlerini takip etmeleri, komitacılar vasıtasıyla çeteler teşkil ettirerek Türk köylerini mütemadiyen iz’aç eylemeleri ve Türk varlığını söndürmek için birçok teşebbüslere girişecekleri muhakkaktır. İzmir civarında sık sık tekerrür eden hadiseler de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Bugünkü hükümetin vaziyeti ıslah etmesini beklemek abestir. Hükümeti kuvvetlendirmek ise maddeten imkânsızdır. Şu halde yapılacak yalnız bir tek şey vardır: O da bir taraftan ilmi müdafaaya devam edilirken, diğer taraftan silahına dayanan milli bir kuvvet hazırlamaktır. Şunu iyi bilmek lazımdır ki, İzmir’in varlığını koruyacak nutuklar ve yazılar değil, silahtır.”
1915 ilkbaharında İzmir’in işgalinden önce Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin, Aydın, Manisa, Denizli, Muğla, Balıkesir ve İzmir çevresinden 33 kazayı temsilen 165 delegenin katıldıkları bir oturumda Celal Bayar’ın yaptığı bu konuşma, onun yaşam çizgisinde ilerde kendisini önemli devlet görevlerine, savaştan sonra ilan edilen Cumhuriyet’in zirvelerine taşıyacak zorlu mücadelenin ilk kanıtıdır.
Celal Bayar’ın konuşması “aylardır ruhları dolduran, fakat fışkırmaya imkân bulamayan milli hisleri” canlandırmıştır. Bu oturumun ardından memleketlerine dönen delegeler, kendilerini gönderenlere “sert ve çıplak hakikati” anlatmışlardır.1
ATATÜRK'ÜN MENDERES İLE KARŞILAŞMASI:
"1930 yıllarında işler kötü gidiyor. 
Ekonomi kötüye gidiyor. Atatürk devrim yapıyor inkılap yapıyor ama işler yürümüyor bundan ızdırap duyuyor ve diyor ki 'Biz bir muhalefet partisi kurarsak bunlar iktidarı dürterler, teşvik ederler.' 
Ve Serbest Fırka kuruluyor. 
Menderes'in girdiği ilk parti bu. Ve sonradan kapatılıyor. Atatürk bir geziye çıkıyor. Her gittiği yerde Halk Fırkası'nın milleti küçük gördüğünü, zabıtaların halkı aşağıladığını görüyor. Aydın'a gidiyor orada da aynı tablo. Orada onu Adnan diye bir gençle görüştürüyorlar. Kendisi o zaman Türk Ocakları'nda görevli. Adnan Menderes ona dil kongresinden bahsetmiyor, balolardan bahsetmiyor. Yol, köprü baraj, üretimin artması, köylünün ürünün para etmesi bunlardan bahsediyor. Atatürk'ün kimseden duyduğu şeyler değil. 
Atatürk diyor ki: 'Bu çocuk ileride başvekil olacak'.. 
Hemen Ankara'ya döner dönmez 'O'nu milletvekili yapacaksınız' talimatını veriyor"
***
İzmir’deki bu tarihi oturum, Ege’nin Türk olduğunun ve Türk kalması gerektiğinin duyurulması; Paris’e beş kişilik bir temsilci kurulunun gönderilmesi ve gerekirse silahlı mücadeleye girilmesi kararlarıyla dağılmıştır.2
Atatürk’ün “son” Başbakanı’nın, Atatürk’ün ölümünden 12 yıl sonra, bu defa muhalefet lideri sıfatıyla katıldığı 1950 seçimlerinde elde ettiği büyük zafer ardından, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı oluşunun iki ilginç yanı vardır: Biri, Bayar’ın, Türk İstiklal Savaşı’ndan ve Atatürk ekolünden yetişmesi; diğeri, Modern Türk Ulusu’nun mimarı ve Cumhuriyet’in kurucusu Kemal Atatürk’e olan “özel” bağlılığıdır. Nitekim Celal Bayar, Türk İstiklal Savaşı’nı yöneten ve Cumhuriyeti ilan eden liderlik kadrosundan Atatürk ve İnönü ile birlikte Cumhurbaşkanlığı makamına yükselen “üçüncü” ve “son” kişidir.
16 Kasım 1938 günü Atatürk’ün “son” Başbakanı sıfatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde yaptığı konuşma, Celal Bayar’daki, tanımlanması gerçekten güç ve derin Atatürk sevgisinin izlerini taşımaktadır:
“Arkadaşlar, Atatürk’ün hayatı ve mazisi hakkında söz söylemeyi kısa bir celseye sığdırmak en müşkül olan bir iştir. Yalnız müsaadenizle çok sevdiği ve çok güvendiği, büyük milletinin iradesini temsil eden bu kürsüden O’nun maneviyatına hitap ederek diyorum ki:
“Atatürk,”
“Seni sevmek, tebcil etmek her Türk vatanseverinin milli ödevi ve namus borcudur.”3
9 Mayıs 1950 günü, kendisine cumhurbaşkanlığı yolunu açan 14 Mayıs 1950 seçimlerinden beş gün önce, Celal Bayar, seçim bölgesi Bursa’da Cumhuriyet’in bir yurttaşı kimliğiyle konuşurken, Atatürk’e olan yakınlık ve bağlılığını özellikle vurgular gibidir:
“Ben Gemlik’in Umurbey köyünde doğmuşum. Babam, köyün Rüştiye muallim-i evveli Abdullah Fehmi Efendi’dir. Kendisini tanıyanlar, mesleğine bağlı iyi bir insan olduğunu söylerler.”
“Milli Mücadelenin ilk gününden beri Büyük Ata’nın yanında, dünyanın hayranlığını çeken inkılâplar olurken, vazife başında idim. Hayatımın en büyük bahtiyarlığını teşkil eden bu yakınlık ve bağlılığım Atatürk’ün nefesini Allah’a teslim ettiği ana kadar devam etmiştir.”4
Celal Bayar, tüm yaşamı boyunca Atatürk ile olan özel bağını vurgulamaya ve Modern Türkiye’nin oluşumunda Kurucu Önder’in rolünü anlatmaya özen göstermiştir.
Demokrat Partili bir siyaset adamı tarafından sonradan aktarılan bir anıda yer alan sahneler bu durumun örneklerinden yalnızca biridir:
“1953 yılında Demokrat Parti Hükümeti, başta Azot Fabrikası olmak üzere Kütahya’da bazı yeni tesislerin temelini atacaktı. Devlet ve hükümet başkanları, kalabalık bir maiyet erkânı bu törenlerde hazır bulunuyorlardı. O günün gündemindeki işler arasında T. İş Bankası Kütahya Şubesinin açılışı da vardı. Bankanın açış konuşmasını yönetim kurulu adına benim yapmam uygun görülmüştü. Konuşmamda Bayar’ı ‘Milli bankacılığımızın babası ve öncüsü’ olarak gösterdim. Törenden sonra misafir olduğumuz orduevine döndüğümüzde Bayar beni yanına çağırttı, salonun tenha bir köşesine birlikte yürüdük, orada bana, ‘Konuşmanız güzeldi, fakat büyük bir yanlışlık yaptınız,’ dedi. Hayretle yüzüne baktığımı görünce sözüne şöyle devam etti: Türkiye’de her yeniliğin öncüsü ve sizin dediğiniz gibi babası, Atatürk’tür, Milli Bankacılığımızın babası da odur, ben ancak onun emir ve direktifi ile hareket etmişimdir, bunun başka türlü izahı yoktur,’ dedi. Bunun üzerine çok üzüldüğümü anlamış ve ‘Üzülmeyiniz, bir daha böyle bir hataya düşmemeniz için sizi ikaz etmek istedim,’ diye beni teselli etmiştir.”5
14 Mayıs 1950’de, Celal Bayar’ın liderliğindeki muhalefetin seçimleri büyük bir çoğunlukla kazanması üzerine, Demokrat Parti Meclis Grubu, Cumhurbaşkanı ile Meclis Divanı için kendi adaylarını tespit etmek üzere 20 Mayıs 1950 Cumartesi günü toplanmıştır. Kulislerde bir ara eski Yargıtay Başkanı Halil Özyörük’ün veya emekli Orgeneral Ali Fuat Cebesoy’un Cumhurbaşkanlığına getirilmesi yolunda eğilimler belirmişse de, Grup, parti merkezinden yapılan telkinler doğrultusunda Cumhurbaşkanlığına partinin genel başkanı Celal Bayar’ı, Meclis Başkanlığına partinin dört kurucusundan biri olan Refik Koraltan’ı aday olarak seçmiştir.6
22 Mayıs 1950 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde, kullanılan 453 oydan 387’sini kazanan İstanbul Milletvekili Celal Bayar, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçimde diğer kişilere verilen oyların dağılımı şöyledir: İsmet İnönü 64 oy, Halil Özyörük 1 oy, çekinser 1 oy. Seçimin ardından Celal Bayar and içerek görevine başlamıştır.7
Yeni Cumhurbaşkanı yemin etmek üzere Meclis salonuna girdiğinde Demokrat Partili Milletvekilleri kendisini oturdukları yerde alkışlarla karşılamışlardır. Bu davranışlarıyla Demokrat Partililer, 1946 seçimlerinden sonra oluşturdukları kurala uymuşlar, serbest bir seçimle gelmiş olmasına rağmen devlet başkanı genel kurul salonuna girerken ayağa kalkmamışlardır. Cumhuriyet Halk Partili Milletvekilleri ise yeni devlet başkanını ayakta, ama alkışsız selamlamışlardır.8
ÇANKAYA KÖŞKÜ’NDE DEVİR TESLİM
Celal Bayar’ın Çankaya Köşkü’ndeki ilk günlerini önceki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürü Haldun Derin’in notlarından kısmen izlemek olanaklıdır:
“Bayar, Genel Kâtip Cemal Yeşil’i evine çağırtmıştı. Yeşil’le, Bayar’ın yanından Kalem’e döndüğünde, görüştük. Bayar, bütün arkadaşların vazifelerine devamını istemiş. ‘İnönü tarihi şahsiyettir. Bir emri olursa yerine getirirsiniz. Temasınızı muhafaza edersiniz. Aksini düşünmek Şark zihniyeti ile hareket etmek olur. Başyaver Cevdet’in gözlerinden öperim,’ demiş.”9
“23 Mayıs sabahı, iki gün önce İnönü’yü uğurlamış olduğumuz 18 numarada, başta genel kâtip olmak üzere, bütün memurlar toplandık. Bayar kentten geldi, bizlerle tanıştı. ‘Dikkatle vazifenize devam ediniz,’ buyurdu. Şimdilik kendisi yalnız başına Köşk’te yatıp kalkacak. Evinden getirdiği güvenilir oda hizmetçisi Emin yanında olmak üzere...”
“Meclis’ten otomobillerle Atatürk’ün geçici kabrine gidildi. Büyük bir kalabalık ‘Yaşa, Varol,’ diye bağırıyor.(...)”10
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Haldun Derin, ilk günlerde Çankaya Köşkü’nde gözlemlenen bir diğer önemli değişikliği ise şu şekilde not etmektedir:
“Cumartesi, Pazar günleri, Köşk bahçeleriyle eski Köşk’ün halka açık olduğunun ilan edilişi, yirmi yedi yıldır akla gelmemiş parlak bir buluştu.”11
Bu arada, Köşk Özel Kalemi’ne katılan yeni isimler de vardır:
Bunlardan biri olan, 1951 yılı Şubat ayından 1951 senesi Temmuz ayında Varşova Büyükelçiliğine tayin edilinceye kadar, hemen her gün iki saat Cumhurbaşkanı ile yakın çalışma olanağı bulan diplomat Fikret Belbez gözlemlerini şöyle aktarmaktadır:
“Cumhurbaşkanımıza her gün Hariciye’den gönderilen şifre telgrafları ve raporları mevzularına göre birleştirerek arz ederdim.”
“Sayın Bayar bu telgrafları dikkatle okur, mühim gördükleri yerlerin altını çizer, icap ederse sualler sorardı. Her telgrafı bütün entelektüel enerjisini toplayarak inceler ve değerlendirirlerdi. Gayet sükûnetle konuşmadan çalışırlardı. Esasen pek az konuşurlar, daha ziyade karşısındakini dinlerlerdi.”
“Yazıları gayet açık, berrak ve sadedir. Stilinde karışık cümleler, lüzumsuz sıfatlar, zorlanmış, süslenmiş ifadeler yoktur.(...)”
“İnsan Sayın Bayar’ı yakından tanıdıkça Atatürk’ün, neden bu kadar arkadaşları içinden onu seçip başa geçirdiğini daha iyi anlar.(...)”12
KÖŞKTE YENİ YIL KUTLAMASI
1950 yılı biterken Muhafız Alayı gazinosunda yapılan yılbaşı kutlamasının konukları arasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar da vardır. Cumhurbaşkanı Bayar, bu yılbaşından sonra da bazı bayram gecelerini, yılbaşı karşılamalarını o yıllarda Köşk’teki küçük bir salondan ibaret askeri gazinoda subay, astsubay ve eşleri arasında geçirmiştir.13
ÖZEL VAGONDA TOPLANTI
“Demokrat Parti iktidarının birinci yılı içinde idik. Cumhurbaşkanı Bayar, yolcuları arasında bulunduğum, Anadolu ekspresine bağlı özel vagonla, İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordu. Katarda milletvekili başka yolcular da vardı. Hareketten biraz sonra Cumhurbaşkanı tarafından özel vagona davet edildik. Günün sorunları arasında, Atatürk heykellerine karşı girişilen adî tecavüz vakaları önemli bir yer işgal ediyordu. Aslında bu saldırılar birkaç yıl önce başlamış ve giden iktidar tarafından önlenememişti. Yeni hükümet, Büyük Kurtarıcı’nın eserlerinin ve hatıralarının korunması için kanunî tedbirler alınmasına lüzum görmüş ve bu maksatla bir tasarı hazırlamıştı. Hükümetin kararı basında, Türkiye Büyük Millet Meclisi kulislerinde, özellikle Demokrat Parti Grubu mensupları arasında çeşitli yorumlara ve tartışmalara konu yapılıyordu. Özel vagona çağırılan milletvekilleri yerlerini alır almaz Bayar konuşmaya başladı. Heyecanlı görünüyor, hiddetini dizginlemeye çalışıyordu. Kısa bir girişten sonra zapt etmeye lüzum görmediği heyecanlı ses tonu ve kararlılığından şüphe edilmeyecek bir kesinlikle sözlerini sürdürdü:”
"Bu seri tecavüzlerin önlenmesi için çıkarılmasını benim de zarurî gördüğüm kanun engellenir veya maksadından saptırılırsa, Banisini koruyamayan Cumhuriyet’in Başkanlık görevine devam etmem mümkün değildir. Bu takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Partinizin (yani Demokrat Partisi’nin) azası da kalamam. Cumhurbaşkanlığından, Milletvekilliğinden ve Partinizden istifa edeceğim. Davamı, tek başıma, milletimin huzuruna getirerek mücadeleyi orada başlatacağım."
“Sahne, tüm canlılığı ile bugün de gözlerimin önünde, kararlı ses, tüm titreşimleriyle, hâlâ kulaklarımdadır. Atatürk sevgisinin bu asil tezahürünü her zaman aynı hayranlık içinde anar ve yaşarım.”14
ANITKABİR İNŞAATI VE İLK TÖREN
1950’ler başında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda görevli subaylardan ve Anıtkabir Muhafız Bölüğü Komutanı Üsteğmen (sonra Orgeneral) Sabri Yirmibeşoğlu anlatıyor:
“Bayar’ın şahsi ilgisiyle inşaatın ilerlemeye başlamasıyla birlikte, Çankaya’dan bölüğümüzle Anıtkabir’e intikal etmiştik. Bölüğün kalacağı ayrı bir bina inşa edilmemişti. Mecburen, Aslanlı yolun bitiminde sağdaki Mehmetçik Kulesi ile şimdi İnönü’nün kabrinin bulunduğu alt bölüme erleri, şimdi Müze Müdürlüğü olan üst kısımda bölük ve takım komutanlarını yerleştirdik. Duvarlar ıslaktı, özellikle erleri yatırdığımız alt koridor, rutubet içinde idi, duvarlarından sular sızıyordu. Kışın ısıtma tertibatı olmadığı için büyük gaz sobaları kurduk. Yerden boruların çıkış seviyesi çok alçak olduğu için bazı geceler sobalar çekmiyor ve çıkan kurum ve gazı dışarıya doğru veriyor yüzümüz gözümüz kurum ve isten simsiyah oluyordu. Erlerin çamaşırını yıkayacak yer ve çamaşır makinesi ve diğer ihtiyaç yerleri yetersizdi. Herhalde Anıtkabir gibi bir yerde ateş yakıp kazanda erlerin çamaşırlarını yıkayamazdık. Merak nedeniyle yerli yabancı birçok kişi inşaatın gidişatını izlemeye geliyordu.(...) Bütün sıkıntılara rağmen; Anıtkabir Muhafız Bölüğü mensubu olarak gururlanıyor ve onur duyuyorduk. Cumhurbaşkanı Bayar her gün değilse bile iki veya üç günde bir Anıtkabir inşaatına gelir, yapılanları görür, bize ve diğer çalışanlara iltifat ederdi.”15
“Nihayet 10 Kasım [1953] günü, muhteşem bir törenle bütün Türkiye’nin kalbi Ankara’da çarparcasına heyecan içinde bütün Ankaralılar güzergâhta olduğu halde Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e getirildi ve Mozole’nin altında hazırlanmış kabrinde toprağa verildi. Kardeşleri Makbule Hanımı Aslanlı yolun başında bir koltuğa oturtmuştuk, gözyaşlarını silerek, ağabeyinin hayata veda ettiği 10 Kasım günü olduğu gibi hüzünlü idi.”
“Genelkurmay Eski Başkanlarından Orgeneral Salih Omurtak’ı, İstiklal Savaşı’nın Genelkurmay II. Başkanı’nı üniformalarını giymiş şekilde evinden bir vasıta ile tören yerine getirmiştik, zor yürüyordu.(...)”
“Atatürk’ün mozole altındaki toprağa verilişinde sadece Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve bir evvelki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Meclis Başkanı ve Başbakan ile Cumhurbaşkanlığı Muhafız Kıta Komutanı ve Muhafız Bölük Subayları, bizler bulunmuştuk.”16
CUMHURBAŞKANI BAYAR’IN KONUŞMASI
Atatürk’ün naşının Anıtkabir’e defnedilmesi töreninde Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın konuşması şöyledir:
“Aziz Atatürk’ün Etnografya müzesinin bir tahta masasında yattığını düşünmek, benim için dayanılmaz bir sızı idi. Sürekli izlemelerle, nihayet, üç yıl sonra Anıtkabir tamamlandı. Başbakan Menderes’le birlikte son bir defa daha Anıtkabir’i gözden geçirdik; karar verdik ki, içinde bulunduğumuz 1953 yılının 10 Kasım’ında Atatürk’ü ebedi makberesine tevdi edebiliriz.”
“Eğer Cumhurbaşkanı olmanın bir faniye kazandırdığı şereften ayrı bir değeri ve hazzı varsa, o da benim için Sevgili Atatürk’ü, Etnografya müzesinden alıp, Anıtkabir’deki ebedi metfenine tevdi ettiğim tarihi günü yaşamış olmamdır.”
“Etnografya müzesinden Anıtkabir’e kadar olan mesafeyi 4,5 saatte tükettik. Aziz naşını vatan toprakları üzerine tevdi ettikten sonra, gözyaşlarımı tutamadığım uzun bir konuşma yaptım. Onu, duya duya, seve seve söyledim. Ve sözlerimi şöyle bitirdim:”
“ATATÜRK! Sen, bizdendin!... Seni Halife yapmak, Padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin! Hayat ve şahsiyetini, milletin hizmetine vakf ettin!.. Türkün gıpta ettiği, övündüğü vasıflara maliktin! Bütün meziyetlerinle Türk milletinin ta kendisisin!.. Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk Milletinin minnet dolu sinesidir!... Nur içinde yat!..”17
“ATATÜRK GERÇEKÇİDİR”
“Atatürk metodolojisinde ‘duygu’ya yer yoktur. Laboratuara girmiş bir ilim adamı, tüpteki oksijenle hidrojen arasında nasıl bir ayrım yapmaz, birinden birini kendisine daha yakın görmezse sosyal bilimin laboratuarına giren bir devlet adamı da doğru bir sonuca varabilmek için, tüm duygularından sıyrılmak zorundadır. Atatürk, işte bunu başarabiliyordu... Eğer siz de başarabilirseniz, Atatürk gibi düşünmüş olursunuz.”
“Bütün bu anlattıklarımdan ötürü diyorum ki, duygularımızın karıştığı işlerde Atatürk gibi düşünmek nasıl zorsa, böyle düşünüp gerçeği bulduktan sonra, ona başkalarını inandırmak büsbütün zordur. Atatürk, 1918 yılında işte bu çifte güçlüğü aşıyor ve “Ulusal And” kararını Erzurum Kongresi gibi çetin bir kongreye kabul ettirebiliyordu. Atatürk reçetesinin bu ilk ilacı, anlattığım duygusal şartlar içinde zehir zıkkımdı. Ve Atatürk hastayı bu zehir zıkkım ilacı içmeye razı edebilmişti.”
“Büyük, çok büyük iştir!..”
“Özellikle Erzurum, Sivas Kongreleri ile Birinci Büyük Millet Meclisi milletvekillerinin büyücek bir bölümü, duygusal kararlara çok yakındı. Zaferin kazanıldığı ve Lozan müzakerelerinin sürdürüldüğü günlerde bile, karşı taraftan en küçük bir direnme gelince ‘Yürüyüp Atina’yı alıvermeyi’ teklif edenlere rastlıyorduk!..”18
CELAL BAYAR VE İRTİCA
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın seçim bölgesi Bursa’da valilik yapan İhsan Sabri Çağlayangil anlatmaktadır:
“Bursa’da kendini bilmez birkaç yobaz, 1957 seçimlerinden evvel, bir Cuma namazında ‘Biz Mehdiyiz,’ diye ellerinde kılıçlarla Ulu Cami’nin minberine tırmanmışlar, olay çıkarmışlardı. İzinli olduğu için o gün sivil elbiseyle namaza gelen bir polis memuru, büyük bir cesaretle bu çılgınlığın karşısına çıkmış, uyanık cemaatin yardımıyla yobazları anında hareketsiz kılarak Valiliğe getirmişti.”
“O zamanın Bursa Savcısı aziz dostum Turhan Kapanlı ile soruşturmaya henüz başlamıştık ki, Cumhurbaşkanı Bayar beni telefonla ve bizzat aradı:”
“Vakayı şimdi öğrendim, dedi. Ne hareketin çabuk bastırılmış olması, ne de yapanların aczi, hadiseyi küçümsemeye sebep teşkil etmemelidir. Vakanın din ve dindarlıkla bir ilgisi yoktur. Bunlar, Müslümanlığın ticaretini ve simsarlığını yapanlardır. Yalnız olamazlar. Mutlaka akıl hocaları, taraftarları, teşvikçileri vardır. Hadisenin mihrakına inmeli ve bütün şebekeyi süratle meydana çıkarmalısınız.”
“Atatürk’ün irtica karşısındaki hassasiyetini hatırlayınız. O sağ olsaydı bu olay karşısında ne yapacak idiyse, biz de bugün onları yapmalıyız. Böyle hareket etmenizi, neticeye süratle ulaşmanızı yaşınızdan bekliyor ve sizden istiyorum.”19
CEZAEVİNDE 10 KASIM TÖRENİ
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Partili Parlamento ve Hükümet Üyeleri tutuklanarak cezaevine konulmuşlardır. Türkiye’nin yakın tarihinde Yassıada Mahkemeleri diye bilinen yargılamalar sonunda Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın idam cezası, yaşlılık gerekçesiyle ömür boyu hapis cezasına çevrilmiş ve diğer siyasi mahkûmlarla (Demokrat Partili siyasetçiler ve dönemin bürokratları ile) birlikte Kayseri Cezaevine hapsedilmişlerdir.
Celal Bayar’ın kader arkadaşlarından bir siyasi mahkûmun, cezaevinde yaptıkları “Atatürk’ü Anma Töreni”ni anlattığı şu satırlar ilginçtir:
“Kayseri Cezaevinde geçirdiğimiz ilk Kasım ayının başlarında idi. Arkadaşlar, Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde, bir konuşma yapması için Hikmet Bayur’a rica etmişlerdi. O da, ‘Bayar varken bu iş bana düşmez,’ demişti.”
“Bayar konuşacaktı.”
“O gün hepimiz, Kayseri Cezaevinin bize ayrılan kısmının iç avlusunda toplandık. Bayar, dik ve ciddi adımlarla avluya geldi. Her zamanki gibi derli toplu giyinmişti. Yaptığı konuşmada, O büyük Türk’ün memleketi için neler yaptığını; hastalığında bile Hatay’ı kurtarmak için kendi sağlığını nasıl hiç saydığını anlatırken sesi titremeye başladı ve gözlerinden yanaklarına iki damla taş yuvarlandı.”
“Hepimiz duygulanmıştık.”20
Celal Bayar’ın günlüğünden:
“Bugün saat 9.05 geçe bütün tutuklularla Atatürk’ümüz için ihtiram duruşunda bulundum.”
“Ben, bir konuşma yapmak teklifi ile karşılaştım, konuştum.”21
CELAL BAYAR’IN AFFI VE İSMET İNÖNÜ
Deneyimli devlet adamı İsmet İnönü, ömür boyu hapis cezası ile Kayseri Cezaevinde tutulan Celal Bayar ve arkadaşlarının durumu ile sürekli ilgilenmiş ve askeri müdahalenin ardından sivil yönetime geçiş süreci de tamamlandıktan sonra “siyasi af sorununu -büyük güçlüklere karşın-çözüme kavuşturmayı başarmıştır.
Celal Bayar ve arkadaşlarının affı konusunda İsmet İnönü, eşi Mevhibe Hanıma şunları söylemiştir:
“Istıraplı bir devreyi sona erdirmek istiyorum. Demokrasi, birtakım tecrübelerle elde ediliyor. Bazen bunlar acı oluyor. İdare edenler kadar şartlar da bu neticeye sürüklüyor.”22
104 YAŞINDA
Türk İstiklal Savaşı’nın Galip Hoca’sı, 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar 104 yaşında vefat etmiştir. 1883 yılında Gemlik’e bağlı Umurbey Köyü’nde doğmuştur. Çalışma yaşamına Gemlik Mahkemesi ve Reji kalemlerinde memur olarak başlamış; ardından Bursa Ziraat Bankası’nda görev almış ve bu arada Harir Darü’t-talimi ve College Français de l’Assomption okullarında öğrenimini sürdürmüştür. Celal Bayar’ın siyasi yaşamı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İkinci Meşrutiyet’ten sonra Bursa’da açılan şubesinde görev almasıyla başlamıştır. Bir süre sonra Bursa, daha sonra da İzmir İttihat ve Terakki Şubeleri’nin Genel Sekreterliğine getirilmiştir.
Kooperatifçiliği teşvik etmiş, Halka Doğru Dergisi’ni çıkarmış; Turgut Alp takma adıyla yazılar yazmıştır. 1918’de Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti’ne katılmıştır. İzmir’in işgalinden sonra Aydın’ın geri alınışına fiilen görev almış ve Akhisar Milli Cephesi Alay Komutanı olmuştur. 1920 yılında Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Saruhan mebusu olarak girmiştir. Milli Mücadele’yi öven bir konuşmasından dolayı hakkında tevkif kararı çıkartılınca Anadolu’ya geçmiş ve I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Bursa milletvekili olmuştur. 1921’de İktisat Vekilliği ve 1922’de geçici olarak Dışişleri Bakanlığı yapmıştır. Lozan Konferansı ilk murahhas heyeti müşaviridir. 1923 seçimlerinden sonra II. Büyük Millet Meclisi’nde İzmir milletvekilidir. 1924 yılında Atatürk tarafından Türkiye İş Bankası’nı kurmakla görevlendirilmiştir. 1932 yılında İktisat Vekili olmuş ve 1937’de Başbakanlığa getirilmiştir. 25 Ocak 1939’a kadar bu görevde kalmıştır.
7 Ocak 1946’da arkadaşlarıyla Demokrat Parti’yi kurmuş ve başkanlığına seçilmiştir. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğunu sağlamasıyla 22 Mayıs 1950’de Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile görevinden uzaklaştırılmış ve Yassıada Mahkemesi’nce idam cezasına çarptırılmıştır. Ancak, yaşlılığı nedeniyle cezası müebbet hapse çevrilmiştir. 7 Kasım 1964’te sağlık gerekçesiyle serbest bırakılmıştır.
22 Ağustos 1986’da vefat eden Celal Bayar, Bayan Reşide Bayar ile evliydi ve üç çocuk babası idi.
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın vefatı haberini alan dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Günlüğü’nde şunlar yazılıdır:
“22 Ağustos 1986:”
“İki gündür hastanede koma halinde bulunan Celal Bayar’ın vefat haberini getirdiler. Yemekte Başbakan Özal da vardı. Nasıl bir merasim yapılması hakkında direktifimi öğrenmek istediler. Ben de rahmetli Cevdet Sunay’a ne yapılmışsa aynını yapalım, dedim, öyle kararlaştırdık. Rahmetli 104 yaşına kadar yaşadı. Bu kadar ömür kime nasip olur?”23
“28 Ağustos 1986:”
“Bugün kaldırılan Bayar’ın cenazesine ben de Maltepe Camii’ne kadar yaya olarak gittim. Yol boyu çok kalabalık vardı. Maltepe Camii’nde merasim sona ereceğine yakın Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy, kocası ve kızı ile yanıma gelerek, babası için düzenlenen bu törenden duydukları memnuniyeti tekrar tekrar dile getirip teşekkür ettiler.”24
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ardından -vefatının ertesi günü-Gazeteci Oktay Ekşi’nin değerlendirmesi şöyle olmuştur:
“Bayar, ciddi bir öğrenim görmüş değildi. Ama kendisini iyi yetiştirmişti. Keza nizami askerlik hizmetini de yapmamıştı, ama yaşadığı dönemin bütün önemli mücadelelerinde görev almıştı. Türk İstiklal Savaşı’nın ‘Galip Hoca’sı sıfatıyla vatanına verdiği hizmetler ona kırmızı kordonlu İstiklal Madalyası ile büyük bir şöhret kazandırmıştı.”
“Bayar’ın mücadele hayatının -ki o kuşak hayatı, kesintisiz bir mücadele süreci olarak kabul ederdi- en büyük saygı ve hayranlık uyandıran örneği, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu Yassıada’da idam talebiyle yargılandığı ve idama mahkûm edildiği dönemde dahi metanetinden zerre kadar fire vermemesi, granitten oyulmuş bir heykel gibi dimdik ayakta kalabilmesiydi.”25
Referans, kaynaklar ve dayanaklar: 
1 Cemal Kutay, Celal Bayar, Bir Türk’ün Biyografisi, (İstanbul, Onan B., ?), ss. 53-54.
2 Erkan Şekerci, Türk Devrimi’nde Celal Bayar, 1918-1960, (İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi, 1999), s. 33.
3 Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, (İstanbul, Sel Y., 1955), s. 10.
4 Celal Bayar’ın 1946, 1950 ve 1954 Yılları Seçim Kampanyasındaki Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Doğuş M., 1955), ss. 65-66.
5Atıf Benderlioğlu, “Bayar’ın Atatürk Sevgisi,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, (İstanbul, Tercüman Y., 1982), s. 41.
6 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), (Ankara, Nurol M., 1998), s. 50.
7 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Birleşim 1, Oturum 1, (22 Mayıs 1950), Cilt 1, ss. 7-8.
8 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), (Ankara, Nurol M., 1998), s. 50.
9 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Y., 1995), s. 260.
10 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), s. 263.
11 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), s. 271.
12 Fikret Belbez, “Bazı Özellikleri,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, (İstanbul, Tercüman Y., 1982), ss. 38-39.
13 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, (İstanbul, Kastaş Y., 1999), Cilt I, s. 99.
14 Hayrettin Erkmen, “Bir Devlet Adamı,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 77.
15 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, (İstanbul, Kastaş Y., 1999), Cilt I, ss. 124-125.
16 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, ss. 125-126.
17 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, ss. 373-374.
18 Celal Bayar, Atatürk Gibi Düşünmek, (Der. İsmet Bozdağ, İstanbul, Tekin Y., 3. Basım, 1999), ss. 43-44.
19 İhsan Sabri Çağlayangil, “Bayar Yüz Yaşına Girerken,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 60.
20 Cevdet San, “Bayar’ın Gözlerinde İki Damla Yaş,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 156.
21 Celal Bayar, Kayseri Cezaevi Günlüğü, ss. 15-16.
22 Gülsün Bilgehan, Mevhibe II, (Ankara, Bilgi Y., 1998), s. 257.
23 Kenan Evren, Zorlu Yıllarım 2, (İstanbul, Milliyet Y., 1994), s. 304.
24 Kenan Evren, Zorlu Yıllarım 2, s. 305
25 Oktay Ekşi, “Son Temsilci de Gitti...” Hürriyet, 23 Ağustos 1986.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir
26 ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 67-68-69, Cilt: XXIII, Mart-Temmuz-Kasım 2007

23 Kasım 2013 Cumartesi

AKLIMIZDA OLSUN!...

Kadim DP; Önemli günler


DEMOKRAT PARTİ ve DEMOKRATLAR İÇİN 
ÖNEMLİ GÜNLER VE HAFTALAR

01.   07 Haziran 1945     Dörtlü Takrir verildi.    
02.   07 0CAK 1946        DEMOKRAT PARTİ KURULDU
03.   14 Mayıs 1950        Beyaz İhtilâl, DP’nin İktidara gelişi, Demokrasi                                             Bayramı ve Haftası                     
04.   06/07 Eylül 1958     Kıbrıs ile ilgili Taksim olayları
05.   27 Mayıs 1960        Demokrat Partiye karşı darbe
06.   16 Eylül 1961          Fatin Rüştü ZORLU ve Hasan                                 
                                                                             POLATKAN’ın idamı, 
07.   17 Eylül 1961          DP Genel Başkanı Adnan MENDERES’ in idamı, 
08.   22 Ağustos 1986     Atatürk’ ün Başvekili, DP Kurucu Genel Başkanı, T.C.’nin 3. ve ilk
                                        Sivil Cumhurbaşkanı (son komitacı) Celâl BAYAR, 103 Yaşında Vefatı 
09.   25 Nisan 1994        Şehit Başvekil Adnan MENDERES’in eşi Berrin MENDERES’in vefatı 

3 MAYIS 2013 CUMA


ABD doları karşısında "ezilen TÜRK LİRASI" (TL) kronolojisi!..

YILLAR İTİBARIYLA AMERİKAN DOLARI KUR TABLOSU
1 Dolar = TL Değeri:

1923                00.90 TL         1978-1979           25.00 TL                1990           2.927.00 TL
1928    00.90 -01.30 TL         1980                     35.00 TL                1991           5.074.00 TL
1946    01.80 -02.80 TL         1981                     89.25 TL                1992           8.555.00 TL
1950- 1960     02.80 TL         1982                   132.00 TL                1993         14.458.00 TL
1960 (*)          09.00 TL         1983                   184.00 TL                1994         38.418.00 TL
1970                14.85 TL         1984                   280.00 TL                1995         48.057.00 TL
1968                14.85 TL         1985                   442.00 TL                1996       102.674.00 TL
1974                13.85 TL         1986                   574.00 TL                1997       207.250.00 TL
1974                14.00 TL         1987                   755.00 TL                1998       223.150.00 TL
1975                15.00 TL         1987 / 2           1.018.00 TL                2000       800.000.00 TL
1976                16.50 TL         1988                1.813.00 TL                2001    1.350.000.00 TL
1978-              19.25 TL         1989                2.311.00 TL                2002    1.665.000.00 TL
(*) 01.Haziran.1960                                                                           2003    1.500.000.00 TL
***
01 MAYIS 2013 // DOLAR ALIŞ: 1.790.000 (1.790) TL., DOLAR SATIŞ: 1.800.000 (1.800) TL...

6 Kasım 2013 Çarşamba

ATATÜRK'Ü KORUMA KANUNU VE DP!...

Ve gerçekler, Atatürk “Dictateur” mü? Atatürk’ü Koruma Yasası'nı neden DP çıkardı? 


Ve gerçekler, Atatürk “Dictateur” mü? Atatürk’ü Koruma Yasası'nı neden DP çıkardı? (7)
Celal Bayar ve Atatürk


Canmehmet

Güncelliği nedeniyle bugüne kadar çok tartışılan ancak, sihirbazın şapkasından çıkan kuş misali uydurma ifadelerle anlatılan iki konuya açıklık getiriyoruz..  "Atatürk “Dictateur “mü? "Atatürk’e Muhalefet kanunu"nu, CHP değil de, neden DP çıkardı?
Önce ‘Atatürk’e Muhalefet Kanunu’ nun içeriğini verelim.
Kanun Numarası:    5816
Kabul Tarihi:  Resmî Gazete Tarihi ve No:31/07/1951 - 7872
Madde 1:
Fıkra 1; Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fıkra 2; Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
Fıkra 3; Yukarıki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2:
-Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3:
-Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.
Madde 4:
-Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5:
-Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.  (Kaynak; www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/956.html)
*   *    *
“Kanunun çıktığı 1951'den günümüze kaç kişinin yargılandığını sonuçlarıyla beraber öğrenmek isterdim. Ancak Adalet Bakanlığı'nın istatistikleri arasında Türkiye'nin bu açıdan çekilmiş toplu bir fotoğrafı yoktu. Sadece 1987-2008 dönemine ait bazı rakamlara ulaşabildim.
Kamuoyunda Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, 1951'de yürürlüğe girdi. Menderes Hükümeti'ni seçimden bir yıl sonra bu kanunu çıkartmaya, o dönemde Ticaniler'in Atatürk büstlerine saldırısının yönelttiği söylenir. Gerçek sebep bu mudur?
Bazı kaynaklara göre, bir gecede 17 tane büst kırma olayı oldu. Menderesin nereden geldiğini tahmin ettiği bu saldırılara karşı sessiz kalması düşünülemezdi.
Fakat asıl sebep bu saldırılar değil.
Atatürk vefat ettikten sonra İnönü Cumhurbaşkanı oldu. Milli şef dönemi başladı.
Paraların üstünden Atatürk resimlerini kaldırdı, kendi resimlerini bastırdı. İnönü Cumhurbaşkanı iken bile CHP'nin genel başkanıydı.
Menderes Başbakan olduktan sonra İnönü cumhurbaşkanlığından ayrılıp ana muhalefet partisi başkanı oldu.
Yani Menderes bu kanunu çıkartırken, siyasi rakibi olan İnönü'ye "laikliğin bayrağı senin değil benim elimde" mi demek istedi?
Hayır, İnönü'ye "Atatürk senden daha öndedir. Tek adam Atatürk'tür. Siz birinci adam değilsiniz" demiş oldu.Yani İnönü'ye ve İnönücülere karşı Atatürk kartını öne sürdü.
Nitekim, kanunun görüşülmesi sırasında Başbakan Adnan Menderes, CHP sıralarına ölümünün hemen ardından paralardan pullardan kendi reisleri olan Atatürk'ün resimlerini sildirdiklerini hatırlatıyor.
Menderesin Atatürk'ü koruma kanununu çıkarmasıyla İnönü'nün önemli bir atağı sonuçsuz kalmış oldu. Esasen böyle bir kanuna ihtiyaç olmadığını İnönü de Menderes de çok iyi biliyordu.
Bu kanun çıktıktan sonra Menderes döneminde saldırı vs. olmadığı için bir uygulama imkanı olmadı. Kanun, 1960 darbesine kadar kadük kaldı.
Menderes'in idamından sonra, içi doldurularak vizyona sürüldü…
"... Demokrat Parti milletvekilleri arasında bu kanuna karşı çıkanlar olmuş tutanaklardan okuduğum kadarıyla. Ama çoğunluğu desteklemiş.
Tabii Demokrat Parti'nin 408 milletvekili gibi çok ezici bir üstünlüğü var mecliste. CHP'nin 69 milletvekili var. Bazı DP'li milletvekillerinin muhalefetine rağmen kolayca çıktı kanun.
Ben size oylamanın dağılımını söyleyeyim: Üye sayısı 487, 
-20 milletvekilliği boşta. 288 kişi oy vermiş o gün. Kabul edenler 232,  Reddedenler 50 kişi. 6 kişi çekimser kalmış. 179 kişi oya katılmamış.
Çok ilginç. O dönemde, 50 milletvekilinin red oyu vermesi. Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor.
Demokrat Parti milletvekili Halide Edip Adıvar, diyor ki:
-"Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır... Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana."
Çankırı milletvekili Kazım Arar da ilginç bir konuşma yapmış. Şöyle diyor:
-"Atatürk'ün kapatılacak, gizlenecek, söylenmesinden tevakki edilecek bir tarafı mı vardı ki milletin ve matbuatım ağzını kapatalım.
-“… Arkadaşlar, Atatürk'ün inkılabı ve eserleri hakkında mevzuatımızda kafi derecede müeyyide vardır. Eğer kafi gelmiyorsa artıralım fakat şahıslar hakkında kanun çıkarmayalım. Böyle bir usulü biz ihdas etmeyelim.
-Her men edilen husus daha ziyade aleyhtar toplar. Bence bu kanun Atatürk'ün lehinde değil bizzat aleyhinde bir kanundur."
DP Konya Milletvekili Abdurrahman Fahri Ağaoğlu da hükümeti, "faşist bir memleketten aynen alınan ceza kanununu değiştireceğine daha da totaliter bir rejimi devam ettirmekle" suçluyor, antidemokratik bulduğu bu tasarı ile "Biz rahmetli Atatürk'ün yolundan ayrılıyoruz" diyor.
“…Kanunun görüşülmesi sırasında CHP'lilerin tavrı da ilginç. Mardin Milletvekili Kamil Boran, yasa hakkında muhalif bir konuşma yapıyor. Diyor ki,
-"Eğer bugün Türk vatanında Atatürk'ü sevmeyenler, Atatürk'ün bugünkü Türkiye'yi yaratan inkılaplarını benimsemeyenler varsa, Meclis ve Hükümet el ele vermeli, ceza tehdidiyle değil, kafalara ve gönüllere hitap ederek bu gibilere Atatürk'ü sevdirmeye ve inkılaplarını benimsetmeye sây etmelidir".
Görüldüğü gibi, meclis müzakerelerinde gereken her şey söylenmiş. Ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Ama hükümetin getirdiği bir tasarının reddedilmesi de düşünülemez...
"...Yayla öncesinde, Ahmet Altan'a Atakürt başlıklı yazısından, İpek Çalışlar'a Latife kitabından dolayı dava açılmıştı. Yayıncılardan Ragıp Zarakol, Fatih Taş, Ahmet Önal, şairlerden Can Yücel var. Suçlananlar arasında çevirmenler de olmuştu, bazı dernek üyeleri de.
Evet, son dönemdeki örneklere bakıldığında daha çok, sol aydınları kurcalıyorlar. Yakın tarihle ilgili davalar da var.
Hatta Demirel'e soruldu. "Bandırma vapuru ile ilgili. Hiç köhne bir vapur değilmiş, çok gelişmiş bir vapur imiş...
Hatta Atatürk'e Padişahın bizzat para verip Anadolu'ya gönderdiği. Daha bunları konuşmanın zamanı gelmedi diyor Demirel.
Böyle sanal bir tarih anlayışı oluşturulmuş. (1)
*       *      *
Bu pencereden bakıldığında;
-“Atatürk’ün büstleri kırılıyor ve Demokrat Parti, Atatürk’ü koruma yasası  çıkarıyor.”
Biz böyle düşünmüyoruz. Bu karşı düşüncemizin bir esin kaynağı veya önceden yapılmış benzer bir açıklama olmadığını (görmediğimizi) belirtelim.
Tam bu noktada DP, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Adnan Menderes’i tanıtmamız gerekmektedir.
DP'nin, Genel Başkanı Adnan Menderes,
Kurucusu, Celâl Bayar,
Kuruluş tarihi, 7 Ocak 1946
Kurucusu, Mahmut Celâleddin Bayar (1883-1986) Manisa mebusu Türkiye Cumhuriyeti eski milletvekili, bakan, Atatürk'ün son başbakanı ve üçüncü cumhurbaşkanı.
Celâl Bayar, ilk ve orta öğreniminden sonra memuriyet hayatına atıldı. Ziraat Bankası'nda görev almış Bursa'daki çalışmalarını Deutsche Orientbank 'ta sürdürmüştür. Daha sonra İttihad-ı Milli bankasında çalışmıştır.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. 1918 yılında Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti'ne girdi.
1913 yılı sonunda İzmir'e gelen Celâl Bayar, İttihat Terakki Cemiyeti'ne katmak için spor yapan ve aralarında Adnan Menderes'in de olduğu Altay'lı gençleri davet etti…
Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Saruhan (Manisa) Milletvekili olarak görev aldı. 1921'de İktisat Vekili oldu…
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda mücadele adamı, politikacı ve iktisatçı olarak temayüz etti. Hindistan Müslümanlarının Türk İstiklal Harbine yardım olarak aralarında toplayıp gönderdikleri altınları kullanarak, 1924 yılında Mustafa Kemal'in emriyle Türkiye İş Bankası'nı kurdu ve bu Banka'nın ilk Umum Müdürü oldu.
Çok partili siyasi hayata geçilmesi üzerine 1946 yılında arkadaşları ile birlikte Demokrat Parti'yi kurdu ve başkanlığına getirildi. Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar'ın, 1948 yılında, dönemin "Milli Şef"i İsmet İnönü'nün demokratik seçimlere izin vermesi için
-"Devr-i Sabık yaratmayacağız" (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız.) Demesinden sonra bazı DPliler partilerinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948'de Mareşal Fevzi Çakmak önderliğinde, Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi'ni kurdular.  (2)
Bize göre buradaki şifre;
"Devr-i Sabık yaratmayacağız" yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) İfadesidir.
Bunu kim ifade etmektedir?
DP’nin kurucusu, İş Bankasının Umum Müdürü Mahmut Celal Bayar,
Buradan da konuyu biraz daha açmak adına  Affairisme açıklanacaktır.
Atatürk ve Dictateur  konularına iki ayrı kaynaktan bakıldığında;
1) Tartışma konusu olan,  "dictateur" mü?  sorusunun cevabını 1930 yılında bizzat Atatürk  vermektedir.“Bugünkü manzara aşağı yukarı bir d i c t a t u r e manzarasıdır ve Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir.”
(Derleyen Cemal Kutay, ‘Serbest Fırka Olayı,* Fethi Okyar’ın Kendi Elyazısı ile Hatıraları. Tercüman, 5 Aralık 1978)  Kaynağın yayınlandığı kitap; "Türkiye Cumhuriyeti’nde tek-parti Yönetimi’nin kurulması " Prof. Dr. Mete Tunçay)
2) "....Kurşuni üniforması içindeki Mustafa Kemal, bir köşede, sinirleri bozulmuş fakat ses çıkarmadan onları seyrediyor, atılmak üzere olan yabanıl bir bozkurt gibi gergin oturuyordu. 
Komisyon teklifin karşısındaydı. Bir üyesi bile teklifin lehine konuşmam işti. Kaybedecekti.
Ne ki, daha ilk rauntta kaybetmeyi göze alamazdı. Önemsiz şeyler hakkında yapılan bu amaçsız, sonu gelmez tartışma onu kızdırmıştı. Sinirleri iyice bozulmaya başladı. Bu malumatfuruş budalalar sürüsü, ölü bir kurumun yozlaşmış yapısını destekleyecek materyal bulmak için kelimelerle oynarken, Gazi, egemen olarak kendisi bütün gün oturup bekleyecek miydi?
Ansızın bütün kontrolünü kaybetti. Öfkeden titreyerek, homurdanarak bir masanın üzerine sıçradı ve toplantıyı durdurdu.
-”Efendiler, Osmanlı Sultanı egemenliği halktan zorla almıştır,” dedi “ve halk şimdi zorla onu geriye alıyor. Saltanat Hilafet’ten ayrılmalı ve kaldırılmalıdır.
Bu görüşe katılır ya da katılmazsınız, bu sizin bileceğiniz iş. Ama ne olursa olsun bu gerçekleşecektir, bu arada bazılarının kafaları kesilse dahi.”
Diktatör emirlerini vermişti. Saygıdeğer başkan ayağa kalktı ve konuştu: “Efendiler,” dedi, “Gazi bize meseleyi bizim ele aldığımızdan çok farklı bir bakış açısından izah etti.”
Mebuslar tehlikeden kurtulmak için aceleden birbirlerini ite kaka Meclis’e bu önerinin yasalaştırılmasını tavsiye etmeye koştular; Saltanat kesinlikle Hilafet’ten ayrılmalıydı; Saltanat’ın kesinlikle ilga edilmesi ve Vahdettin’in ülkeden çıkarılması şarttı.
Uzun giysilerinin eteklerini kavuşturarak, bu zincirsiz bozkurt üzerlerine atlamadan önce savuşabilmek için kaçıştılar.
Meclis, tasarıyı görüşmek için hemen oturuma geçti. Tartışmaya başladılar. Mustafa Kemal, Meclis’in genel havasının kendisine karşı olduğunu anlamıştı. Bir an evvel oylamaya geçilmesini sağlamalıydı. Her ne pahasına olursa olsun kazanması şarttı. Kişisel taraftarlarını toplantı salonunun bir tarafına topladı ve derhal açık oylamaya geçilmesini istedi.
Kimi mebuslar tasarının ad okunarak oylanmasını talep etti. Mustafa Kemal buna karşı çıktı. Taraftarları silahlıydı; içlerinden bazıları her şeyi yapabilecek karakterdeydi; emir alırlarsa silahlarını hiç duraksamadan kullanacakları kesindi.
“Meclis’in oybirliğiyle kabul edeceğinden eminim” dedi. Sesinden bir tür tehdit seziliyordu ve taraftarları da ellerini bellerine atmışlardı. “Ellerin kaldırılması yeterlidir.” (Bozkurt, H.CC. ARMSTRONG. 1.Baskı Mayıs 2005 NOKTA KİTAP)
...
Affairisme ve D i c t a t e u r konusu bittiğinde Osmanlı’ya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
www.canmehmet.com
Yorum yazmak isteyenler, web sitemizdeki yazının altındaki yorum seçeneğini değerlendirebilirler.
(1) http://www.nuriyeakman.net/dp-atatuerkue-koruma-kanununu
(2)   Dışişleri Bakanlığı Sitesi ile Vikipedi’den alıntıdır.)
 
''gönül kimi severse güzel odur''atasözünü kendinizi ifade etmek için kullandınız herhalde..
Meltem Şahin 
 21.11.2011 15:27
Cevap :
Saygıdeğer Meltem Şahin Hanıımefendi, bahsekonu ifade, genellikle günlük hayatta, "beğendiklerimizin bize hep olumlu anlamda gözüktükleri" manasında kullanılmıştır. Cevap içerisindeki kullanımda da, beğendiğimiz, siyasetçi veya devlet adamlarını değerlendirirken, gözümüze ilk çarpan yönlerinin olumlu olduğudur. Takdir edileceği üzere bu ortamlar karşılıklı bilgi alış-verişi için kullanıılmaktadır. Yazılarımıza ilgiize ve emek vererek yazdığınız yorumlarınıza teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalınız.  21.11.2011 16:00
 
sizde M.kemal gibi görüşlerinizi açık yüreklilikle açıklayabilseniz de başka yorumculara verdiğiniz cevaplarla diğer yorumcuların yorumlarını değerlendirmeseniz. M.kemalin kendini diktatör olarak tanıttığı birsözü var mı? ama insanı 7 gün 24 saat bir konuda şartlandırısanız sonuç böyle oluyor demek ki.
Meltem Şahin 
 16.11.2011 13:29
Cevap :
Değerli Meltem Şahin, Bilirsiniz güzel bir atasözümüz vardır. "Gönül kimi severse güzel o'dur." Ve... Öncedende belirtmiştik. Kimi yorum ve cevaplarımız ağır bir sansürden! geçse gerek bayatlayınca yayına alınmaktadır. Bu nedenle web sitesimizdeki seçeneği işaret etmiştik. Dileyenler web sitemizdeki yorum seçeneğini değerlendirebilirler. Teşekkürler, sağlıcakla kalınız.  16.11.2011 16:49
 
iktidara muhalif olanların türlü sebeblerden cezaevlerini boyladığı,depremzedelerin devleti protesto ettikleri için devletin polisi tarafından joplandığı,meclis açıkken bile kanun hükmünde kararnameler çıkarılarak ülke yönetildiği,iktidar partisinden olmayan bir milletvekili iktidarın milletvekili tarafından yaka paça ,itilip kakılarak milletin kürsüsünden indirildiği bir zamanda diktatör aramak için neden o kadar uzağa gittiniz canmehmet bey. o bahsettiğiniz isim bırakın biz türk milletini tüm dünya milletlerinin kalbinde çoktan yerini almıştır. ...bugün kendisini çekemeyenlerin başında, oyunlarını bozduğu hayallerini yıktığı emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin olduğunubiliyoruz ve sevr haritasını gerçekleştiremedikleri için yaydıkları karalamalara da gülüp geçiyoruz ..Allah akıl fikir vermiş otursun herkes Atatürk eli kanlı bir diktatörmüydü.. yoksa ulusunun aydınlanması bağımsızlığı ve kurtuluşu için savaşmış uğraşmış yürekli bir yurtsevermiydi buna kendisi karar versin..
Meltem Şahin 
 14.11.2011 1:05
Cevap :
Değerli Meltem Şahin Hanımefendi, konuya ilginize ve yorumunuza teşekkür ediyorum. İçerik kişisel yorumumuz değildir. Tarafların ve birinci dereceden şahitlerin görüşleridir. Bunu içerikte elbette okumuşsunuzdur. Şunu da bilmektesiniz, "sevr antlaşması ", proje bazında kalmıştır, uygulamaya konmamıştır. Sağlıcakla kalınız.  16.11.2011 16:49
 
Yine her zaman ki gibi çok faydalandığım bir yazı oldu. Kaleminize sağlık, sevgiler
BrnUzr 
 09.11.2011 19:05
Cevap :
Saygıdeğer Beran Uzer, nezaketinize ve yorumunuza teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalınız.  09.11.2011 22:36